“Panik Bozukluğu, ani olarak, beklenmedik bir anda ve yerde ortaya çıkan ve “panik atağı” olarak adlandırılan yaşantılarla kendini gösteren bir hastalıktır.
Bir panik atağı sırasında aşağıda sıralanan belirtiler görülür:
– Çarpıntı – Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi – Nefes darlığı ya da boğulacakmış gibi olma – Terleme – Titreme ya da sarsılma – Bulantı ya da karın ağrısı – Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları – Uyuşma ve karıncalanmalar – Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma – Gerçekdışılık duyguları ya da benliğine yabancılaşma – Ölüm korkusu – Kontrolünü kaybedeceği ya da delireceği korkusu
Bu belirtilere bir tehlike beklentisi veya sonunun geldiği düşüncesi ve atağın ortaya çıktığı ortamdan kaçma dürtüsü de çoğu kez eşlik eder.
Bir panik atağı sırasında bu belirtilerin hepsi görülmeyebilir. Panik atağı en temel özelliği; yukarıda sıralanan bedensel ve duygusal belirtilerden en az dördünün bulunduğu, şiddetli bir korku ve huzursuzluk ile karakterli bir süreç oluşudur.
Panik atakları-Panik Bozukluğu dışında-Anksiyete Bozuklukları başlığı altında toplanan diğer psikiyatrik hastalıklarda da görülebilmektedir. Söz gelimi “aşırı ve anlamsız bir korku hali” olarak tanımlayabileceğimiz fobiler, tiroid hastalıkları (hipertiroidi ve guatr gibi), bir kalp kapakçığı bozukluğu olan mitral valv prolapsusu (MVP) diabet, epilepsi (sara), astım, koroner arter hastalığı ve diğer bazı fiziksel hastalıklar panik atağının görüldüğü durumlar arasındadır. Alkol, esrar, kokain, uyarıcı ilaçlar ve diğer bazı maddelerle ilintili olarak da panik atakları görülebilir.
Panik Bozukluğunu daha iyi anlayabilmek için depremle arasındaki benzerliklerden söz edilebilir. Deprem de tıpkı panik atağı gibi; ortada görülen hiçbir neden yokken, herhangi bir anda, herhangi bir yerde ve ani olarak ortaya çıkar. Deprem anında da kişiler korkuya ve paniğe kapılır, öleceklerini düşünür ve bulundukları yerden kaçmak için güçlü bir dürtü duyarlar. Deprem sonlanınca da insanlar biraz rahatlarlar, ancak yeniden olabileceği düşüncesiyle korkulu bir beklenti içine girerler. Deprem de tıpkı panik atağı gibi tekrarlayıcı özelliktedir. Bilindiği gibi son zamanlarda ülkemizde birçok deprem yaşandı ve konunun uzmanları “deprem insanı öldürmez, binalar öldürür” sloganını işlediler. Aynı şekilde panik atağı da insanı öldürmez; ancak atak sırasında ne yapacağını bilmek, hastalığın tedavisinde çok önemlidir. Tıpkı bir Japonun deprem olduğunda ne yapacağını bilen, soğukkanlı ve güvenli tavrı gibi, siz de panik atağınızla baş edebilmelisiniz, yani söz yerindeyse Japonlaşmalısınız.
Panik Bozukluğu tanılı hastaların % 75-80’i kadındır. Toplum içinde görülme sıklığının % 1,5-3,5 arasında olduğu öne sürülür. Hastalığın başlangıç yaşı çok değişken olsa da, genellikle ergenliğin son dönemleri ile otuzlu yaşlar arasında kalan döneme rastlar. Çocukluk döneminde görülmesi enderdir. Başlangıcının 45 yaşından sonra olması ise olağan değildir, fakat görülebilir.
Tipik bir panik atağı dakikalarla sınırlıdır. Çoğunlukla 5-10 dakika veya 20-30 dakika ya da ender olarak bir veya birkaç saat sürebilir. Panik ataklarının sıklık ve şiddeti değişkendir. Söz gelimi bazı kişilerde ortalama haftada bir ya da daha sık görülürken, bazıları haftalar hatta aylar boyunca hiçbir atak geçirmeyebilirler. Hastalığın olağan seyri kronik fakat inişli çıkışlıdır.
Panik atağı ile başvuran hasta, korkusunu şiddetli olarak tanımlar ve kontrolünü kaybedeceğini, delireceğini ya da öleceğini düşündüğünü söyler. Özellikle çarpıntı, göğüs ağrısı göğüste sıkıntı hissi, boğulacakmış gibi olma, nefes darlığı gibi yakınmaları nedeniyle bir kalp krizi geçirdiğini zanneder. Panik bozukluğu bulunan hastaların önemli bir bölümünün, en azından başlangıçta psikiyatrik kurumlara başvurmadıkları görülmektedir. Bu hastaların % 39’u, kalp krizi geçirdikleri korkusuyla bir kalp hastalıkları uzmanına başvurmaktadırlar. Sağlık kurumlarının acil servisleri de, en çok başvurulan yerler arasındadır. Buralarda nabız ve tansiyon ölçümleri yapılır, elektrokardiografileri çekilir. Nabızlarının arttığı, bazılarının tansiyonunun ılımlı derecede yükseldiği saptanabilir. Elektrokardiografileri genellikle normaldir. Hastayı muayene eden hekim, çoğu kez bu şikayetleri açıklayabilecek bedensel bir hastalık saptayamaz. Panik atağı genellikle 10-30 dakika sürdüğünde hasta, acil servise veya bir hekime ulaşıncaya ve de yukarıda belirtilen muayene ve tetkikler yapılıncaya kadar zaten atağın hükmü de geçmektedir. Ayrıca doktora başvurmanın ve içinde bulunulan ortamın verdiği güven duygusu da atağın hafiflemesinde rol oynamaktadır. Hastaya “önemli bir hastalığının bulunmadığı, bir kalp krizinin söz konusu olmadığı, yaşadığı bu durumun psikolojik olabileceği ve bir psikiyatriste başvurmasının yararlı olacağı” söylenir. Bazen ise çarpıntı giderici veya tansiyon düzenleyici bir ilaç da önerilebilmektedir. Oysa ki çarpıntı giderici ilaçlar, Panik Bozukluğu’nun tedavisinde yardımcı olarak bazen verilebilmekle birlikte, yüzde yüz gerekli de değildir. Günler ilerledikçe hastada başka panik atakları da görülür ve kişi bunların nedenini .bilmekte yetersiz kalarak, kendisinde nedeni saptanamayan ciddi bir bedensel hastalık bulunduğu düşüncesiyle, kesin tanı ve tedavi için uygun bir uzman aramaya başlar. Tekrarlanan tıbbi incelemelere ve verilen “önemli bir şeyiniz yok” güvencelerine rağmen kaygıları giderilemez ve hayati bir hastalıkları olmadığı konusunda ikna edilemezler.
Acil servise her başvurduğumda önemli bir şeyim olmadığını, kalbimin sağlam olduğunu söylüyorlar. Hiçbir yoksa neden zaman zaman bu krizleri yaşıyorum?”
Panik ataklarının süregelmesi sonucunda bazı hastalarda zamanla “evde tek başına kaldığım zaman, aynı durum ortaya çıkarsa, düşüp bayılacak olursam, ya yardımıma kimse gelmezse, ölürsem… ” biçimindeki düşünceler sonucu evde yalnız kalamama; “Sokağa çıktığımda rahatsızlanırsam ne yaparım? Kontrolsüz davranışlarda bulunarak, ele güne rezil olursam…” gibi düşünceler sonucunda yalnız başına sokağa çıkamama ve yardım gelemeyeceğini var saydığı otobüs, asansör, süpermarket vb. gibi ortamlara girememe davranışları ortaya çıkar. Artık toplumsal ve mesleki etkinliklerden kaçınma başlamıştır. Toplumsal ilişkileri bozulmaktadır, işlerini aksatmaktadırlar. Panik atağın ya da atakların ardından ortaya çıkan bu tabloya tıp dilinde, “agorafobi” adı verilir ve artık teşhisleri “Agorafobili Panik Bozukluğu” olmalıdır. Agorafobi; hastalığın herhangi bir aşamasında ortaya çıkabilirse de, genellikle tekrarlayıcı panik atakların yaşandığı ilk yıl içinde görülür. Ancak Panik Bozukluğu olan her kişide de agorafobi oluşmamaktadır.
“Pasaj, sinema, galeri türü kapalı yerlere ve kalabalık ortamlara; yalnız olarak ya da yanında birisi olsa da giremiyorum. En çok korktuğum şey ise tek başına sokağa çıkmak… Bunu zaman zaman deniyorum; ama heyecanlanıyorum, korkuyorum ve panikliyorum. Bu ve benzeri şeyleri yapabilmek için birine ya da birilerine bağımlı olmak beni çok üzüyor ve kahrediyor. ”
Panik Bozukluğu bulunan hastaların bir bölümü gerginliklerini alkolle veya bağımlılık yapabilen ilaçlarla gidermeye çalıştıkları için, zamanla alkole ya da ilaca bağımlı duruma gelebilirler. Sorunlarına bir de “madde bağımlılığı” eklenmiştir.
Ayrıca bir moral çöküntüsü hastalığı olan depresyon da, Panik Bozukluğu tanılı hastalarda oldukça sık olarak görülmektedir.
Buraya kadar hakkında en çok bilinmesi gerekenleri aktardığımız bu hastalık konusunda son olarak şunu söylemeliyiz: 1871’den başlayarak daha çok bir kalp hastalığı gibi kabul edilen bu tablo, 1980’den bu yana “Panik Bozukluğu” adı altında psikiyatrik bir hastalık olarak ele alınmakta, nedeni ve tedavisi üzerindeki bilgiler ise gün geçtikçe artmaktadır.